Değerli okurlar! Acaba "alışkanlığın tembelliğine müptela olmak" diye bir ifade duydunuz mu? Belki duyanlarınız olmuştur, duymayanlar için de hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

"Böyle gelmiş, böyle de gidiyor..Fincancı katırlarını ürkütüp başımıza iş almaktansa, üç beş kişiyi duymazdan gelir, eleştiri der geçeriz.." değil mi? Hiç kimse kendi kendine rahatını bozmaktan yana olmaz. Öyle ya "bu ülkeyi o mu kurtaracak" Don Kişot'luğun alemi var mıdır? İşte asıl mesele bu ve benzeri düşüncelerle yıllardır akıntıya karşı kürek çekeriz değil mi? Sakın kim bunlar demeyin.. Bu türler her yerde görülür. Özelde, genelde, kamuda, özellikle de bürokraside...Kesinlikle başarılı istisnaları ayrı tutuyorum ancak, klişeleşmiş deyimler durup dururken ne söylendiğini ifade etmek hayli zor olsa gerek.

Madem ki meseleye girdik öyleyse örneklendirmek de gerekmez mi? İşte bir tanesi.."memur zihniyetli" deriz..Herhalde herkes anlar ne denmek istendiğini. Hani özel sektör eleman arar bulamaz. Devlet 20 kişi alacaktır, stadyumda yazılı, arkadan kapalı odada sözlü sınav yapar. İşe alınanlardan bir kaçının da sınava girmediği çıkar ortaya. Öyleyse bilmeyenlere söyleyelim. Onlar "kontenjandır". Yani anlayacağınız hamili kart sahibi, rozeti olanlar. Yani sistemin çoğu kurgudur, bir bilenden alınıp uyarlanmıştır. Velhasılı  çoğu ithaldir. Bir gerçek vardır ki, insan istismara açık olmasa, sistemin açıkları peşinde koşulmaz değil mi? Herkes emindir ki, yasalar delinmek için yapılmaz. Ancak her meselede, olayda taraflardan biri yasaları, kuralları nasıl delerim diye yol aramaz mı?

Bakınız! Atatürk dönemini istisna sayarsak, 1950 sonrası, ekonomi politikalarımızın büyük çoğunluğu ithal değil midir? Hele bir de yapılan bir uygulama kısmen bile başarı elde ettiyse iş tamamdır.. Dokunmaya bile korkulur artık.. Ancak yüksek mercii komutu ile olabilir, silsile yolu ile gereği yapılır.. Bunlara da "düzenleme" denir. Daha da ilginci, sosyal meselelerimizle ilgili uygulamalarımızdan birisi de ithaldir. Kanunlarımızın bir çoğu Fransız kökenlidir. Birileri yapmış biz de almışız, bazıları var ki, Fransızcadan Osmanlıcaya, sonrada Türkçe`ye çevrilmiş ve öylece kalmıştır. Sonra sahipleri defalarca geliştirmiş ama vakt-i zamanında bizimkiler koltukları ile uğraşırken ne yapıyor bunlar diye bakmaya vakit dahi bulamamışlardır. Fransa'nın adı AB olup, bizde kuyruğuna takılınca, yine komutla gelen değişiklikler başlamıştır. İşte bunlara da "uyum yasaları" denir. Hepsi ithaldir.

Kaldı ki bizden olanı hemen anlarsınız. Başıyla, sonuyla, sonucuyla "oryantaldir" o.. Hemen farkedilir. Mesela, bizdense mutlaka esnektir ve esnetilir. bazen de geceden sabaha değişebilir. Herkes çok iyi bilir. Biz de kararlar günlüktür. Anı kurtarırsın, gerisi zamanla, ahval-i duruma göre değişir inşallah denir. Sonuç kötüyse sorumlu en alttaki işçidir, sonuç iyi ise başarı yukardan başlar, başarı değerlendirmesi de kısa vadeli kriterlerle yapılır. Uzakta kim öle kim kala.. Siz hiç ömr-ü hayatınızda "bu güzelim ülkemizin  50 yıllık planlarına göre" diye bir cümle duydunuz mu, ya da işttiniz mi? Hani cehennemde Türklerin olduğu kazana zebaniler nöbetçi bile koymazlarmış ya.. Kimse kaçamaz, bunlar birbirini çeker aşağı diye.. Bakın işte o hikaye bile oryantaldir, öz be öz Türk malıdır, onu mutlaka bizden biri yazmıştır. Yani ne olduğumuzu biliyoruz en azından değil mi? Akıllı milletizdir, bırakırız neyse sorun, biri çözer lazımsa, kendi işimize bakarız.

Bazen ekonomide krizler olur da birşeyler yapılması şart olur ve çözüm paketleri açıklanır değil mi? Onun adı daha bir süslüdür önemine binaen. "Reform" yada "reform paketi" denir. Halbuki işin aslı bu yaldızlı söcükler, onlar matbu evraklardır. Milletimize, halkımıza reform diye yutturulur. Duruma göre kullanılır. Biz de çok kullanıldığından çeşitleri de bir hayli arttırılmıştır. Hepsi ithaldir. Adı bile direkt Fransızca"dir. İşte böyle böyle yabancı olduk kendimize.. “Globalleşme”dendi adına..Bu da ithaldir. Problemler çıkınca, planlamayı, uzağa bakmayı beceremedik denmez ama ne hikmetse 'global kriz' denir.

Hatırlayın! Çocukluğumuzda yerli malı haftaları olurdu. Elma, armut, üzüm, fındık alır giderdik okula.. O zaman bile şırınga çalışırdı. Amerikan süt tozundan mamul süt dağıtırlardı güğümlerle. Bedava sanılırdı o süt. Kimse ne kadar pahalı olduğuna kafa bile yormazdı. Şimdi hormonlu, bilgisayarda programlanmış ithal tohumdan üretilmiş mamüller piyasada adeta at koşturuyor. Yiyiyoruz, içiyoruz çaresiz. Artık neye programladılarsa, kısmet, kime ne çıkarsa.. Ne olduysa 'Türkiye'yi biz mi kurtaracağız' diye diye sorumluluktan kaçmakla, bencilliği, yüzsüzlüğü hüner saymakla, ithali çare sanmakla,"aynı trene binip, yönüm farklı diye, kendini aldatmakla" olmadı mı?

Halbuki bu güzelim ülkede, bu güzide toplumda hemen herkes biliyor. Çare, planlamada, liyakatta, adalette, işini doğru yapmakta, üretimde, ihracatta.. Umarım bunu görmek için çok geç kalmadık/kalmayız. Dünya üzerinde kendi öz değerlerine, üreticisine, yatırımcısına, müteşebbisine sahip çıkmayan hiç bir milletin, kalkındığı görülmüş müdür? Acaba böyle gelmiş böyle gider mi dersiniz? Biliyorsunuz yılbaşı yaklaşıyor, yıl sonlarında klişe haberler okuruz. Yeni yılda, hatta gelecek on yılda tanışacağımız gelişmeler kaleme alınır. İnsanlar bu haberleri, makaleleri okuyarak rüyalara dalarlar. keşke rüyalar gerçek olsa? Biz hayalci ama gereğini yapmayan bir milletiz. Hoşca kalın, dostça kalın!