Karı koca her akşam yemeğinden sonra televizyonun başına geçip o günkü hasta sayılarını takip ediyorlar, dünyanın her tarafından gelen ölüm haberlerini kaygıyla izliyorlardı.  Yine bir akşam günlük verileri dinleyen kadın, endişe dolu gözlerle baktığı kocasına sordu;

- Bizim buraya da gelir mi bu hastalık ?

-  “Memleketi yavaş yavaş sarıyor hanım, bak her geçen gün hasta sayısı artıyor, inşallah gelmez. Zaten dağın başındaki bu köye kadar gelirseee.. bütün dünyaya bulaşmış demektir. Ama biz yine tedbirimizi alalım, tedbir bizden taktir Allah’tan.” 

Ertesi sabah yosun tutmuş taş duvarların çevrelediği bahçesindeki kocasının eski tahtaları bir araya getirerek yaptığı derme çatma kümesin yanına giden kadın bir hafta önce yumurtadan çıkan civcivleri anneleriyle birlikte dışarıya çıkardı. Biraz önce kıl dokuma çuvaldan aldığı bir avuç yemi önlerine dökerken bir yandan da  : “ Sizi yaradana kurban olurum ne kadar güzeller şunlara bak, anaaaa biri de annesinin üstüne çıkmış seni bedavacı seni” diyerek anne şefkatiyle sevdi onları. Sonra yakında bulunan bir ağaç kütüğüne oturdu, anne ve yavruları izlemeye başladı, kabarık sarı tüyleriyle ip yumağını andıran civcivin biri kadının yanına doğru yaklaştı,  kadın tam elini ona uzatmıştı ki tavuk sert bir hareketle saldırdı ve gagasıyla kadının eline vurdu, ani bir refleksle elini geri çeken kadın yüksek sesle söylenmeye başladı; “Anaya bak anaya , tavuk olsa neeee kedi köpek olsa ne... eeee… doğurup çöpe atanlara ne diyecen… bir tavuk kadar olamıyorlar, demek ki doğurmakla ana olunmuyor.” Sonra gözlerini yukarıya dikti, işaret parmağına şakağına dayadı  “Bence üremek ile ana olmak arasında fark var, her üreyen canlı ana olmuyor, bu, insan da olsa hayvan da olsa böyle.  Ana olmak başka bir şey,  Allah’ın kula olan sevgisini anlatmak isteyenler bile onu ananın evladına olan sevgisiyle kıyaslıyorlar ne diyorlar; Annenin evladına duyduğu sevgi damla ise Allah’ın  kuluna  duyduğu sevgi ummandır. Tevekkeli dememiş Peygamberimiz “Cennet anaların ayakları altındadır”  diye, düşünürken  “Anaaa” diye seslendi kızı, okuldan gelmişti.  “Bak” dedi  kendi kendine “Çocuk bile eve gelince ana diyor, baba demiyor” dedi ve güldü…

Yaklaşık 3 ay geçmişti, kadın bir akşam üstü bir yandan yemek yapıyor bir yandan da kızına odaları temizlemesini tembih ediyordu. Birden üzerinde bir ağırlık hissetti, yutkunduğunda boğazı da acıyordu. Akşam sofrasında ailesine bu halinden bahsetti, kocası “Soğuk bir şeyler mi içtin hanım? Aman dikkat et kendine, bak hastanelere gidilmiyor”  diyerek tarhana çorbasından bir kaşık daha aldı.

Ertesi gün hayvanları otlamaya götüren adam sürüyle birlikte  her zamankinden daha erken eve döndü, karısı onları uzaktan görmüş aşağıya inmişti telaşlı bir halde sordu;

- Ne oldu bey hayırdır?

- Vallahi bilmiyorum hanım hiç böyle olmazdı önceden bir koşuda çıktığım tepeler önümde dağ oldu bende bir haller var.

 Biraz durdu derin derin nefes almaya çalıştı zorla çıkardığı kısık bir ses tonuyla; “Biz en iyisi yarın köye gelen doktora görünelim hanım” dedi.

Doktora gittiklerinde yalnız olmadıklarını fark ettiler en az 5 kişi daha aynı şikayetten mustaripti. Yaşlıktan beli bükülmüş,  ellerinin ve yüzünün kemikleri çok rahat bir şekilde görünen dedenin biri tahtadan yapılmış bankta oturuyordu, yavaş hareketlerle etrafını  süzdü; “Havalar soğudu millete gıran girdi” diye kendi kendine mırıldandı.  Doktor karı kocayı muayene ettikten sonra antibiyotik ve ağrı kesici verdi, karı koca ilaçları kullanmaya başladılar.   İki gün boyunca ter döken adam, nefes darlığından yemeğini bile ara vererek yemek zorunda kalıyordu. Üçüncü gün  bir nebze iyileşti, iyileşti ama karısı her geçen gün kötüye gidiyordu en sonunda dayanamadı ve karısının diretmelerine rağmen onu aldığı gibi ilçedeki hastaneye götürdü. Acil serviste yapılan ilk tetkiklerin ardından etraflarındaki insan yoğunluğu yavaş yavaş  azaldı, sanki etraflarına görülmez bir  “olay yeri girilmez” şeridi çekilmişti , maske takmayan hemşireler bile maskelerini ve eldivenlerini takmaya başlamışlardı. Bir süre sonra yanlarına gelen doktor “Hanımefendi  hiç yakında kovidli biriyle temasınız oldu mu?” diye sordu, kadın “Yooo.. Neden sordunuz?”, doktor, “Sizde kovid şüphesi var, tomografi görüntünüz tipik kovid, sizi servise almamız lazım” dedi . Bunu duyan karı koca endişeli gözlerle birbirlerine baktılar. İkisi birden aynı zamanda ve aynı şaşkın ifadeyle “Nasıl olur ?” dediler. Doktor hazırlıkları başlatmaları için hemşirelere yapılması gerekenleri söyleyerek oradan ayrıldı. Karı koca acil servisin perdelerle bölünmüş odasında baş başa kaldı.  Kadının bakışlarındaki endişe ve korkuyu gören adam ona biraz olsun teselli vermek  için  “Sende varsa bende de vardır, bak ben iyi oldum sen de iyileşirsin merak etme.” Dedi. Bir süre sessizlik hakim oldu ikisi de düşüncelere daldılar adam karısının hastanede kalacak olmasını, akşam evine yalnız gideceğini hatırına getirince hüzünlendi,  15 yıldır bir gece bile ayrı kalmamışlardı, onu burada bırakıp eve yalnız dönmeyi düşünmek bile canını acıtıyordu, karısını ne kadar sevdiğini ve ona ne kadar alıştığını iliklerine kadar hisseti, içinden ılık ılık bir şeyler aktı, ağlamaklı oldu, sezdirmemek için karısının yanında hızlı adımlarla uzaklaştı  mesafeyi de  koruyarak yaklaştığı hemşireye  “Ben de hastaydım iki gündür, karımda varsa bu hastalık bende de vardır bana da bakın, beni de alın” dedi. Hemşire  adamın ateşini ölçtü, parmağına bir cihaz taktı, cihazın gösterdiği değerlere baktı ; “ Beyefendi sizde hiçbir belirti yok sizi servise alamayız”.

Karı koca yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra, çamaşır suyunun soldurduğu  gri üniformasıyla,  paçasını kıvırdığı pantolonun altındaki   2 numara büyük  plastik mavi  terliklerini şapırdata şapırdata yürüyen bir hizmetli tekerlekli sandalyesiyle kapıda belirdi. Hemşire hemen ona yaklaşarak bir şeyler söyledi ve  parmağıyla köşedeki odayı gösterdi.

Kadın, hizmetlinin getirdiği sandalyeye oturdu, karısından hemen ayrılmak istemeyen adam  hizmetliye yaklaştı, “Ben de servise kadar gelebilir miyim?” diye sordu. Hizmetli, görünüşünden beklenmeyecek nazik bir tavırla “Tabi beyefendi, buyurun gidelim zaten hanımefendinin bazı ihtiyaçları olacak onları sizden getirmenizi isteyeceğiz.”

Servis pandemi servisiydi, gerçekten son derece sıkı önlemler alınmıştı, hastayla birlikte içeri girdiler, görevli hemşire kadının kocasını da  yanlarında görünce “Beyefendi.. Sizin ne işiniz var burada? Buraya giremezsiniz , kovidli hasta dolu burası” dedi ama adam  şansını bir daha denemek istedi, “Bende de var kovid…” Görevli duyduğuna şok oldu ne diyeceğini bilemedi sonra kendini toplayarak ve sesinin bir ton yükselterek, “Hayır giremezsiniz lütfen dışarıya çıkın, eşinizin ihtiyaçlarını getirin ona cep telefonuyla ulaşabilir, konuşabilirsiniz, ama lütfen dışarıya çıkın..” Adam bir adım daha atamadı, karısını ve hizmetli yanından uzaklaşırken dondu kaldı ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyor sadece onları izliyordu, servisin ortasındaki  yuvarlak masayı geçen hizmetli 405 numaralı odanın önünde durdu ve kadına odayı gösterdi, kadın tekerlekli sandalyeden indi ve odaya girmeden önce son kez kocasına baktı, onun endişelenmesini istemiyordu,  evlendikleri günden bu tarafa yaşadıkları onca güzel hatıralar, anılar, film şeridi gibi gözünün önünden geçti, birden aklına çocukları geldi burnunun direği sızladı, ağlayacağını anladı ve hemen kendini toparlayarak  servisin girişinde çaresizce bekleyen kocasına el hareketleriyle birlikte “ben iyiyim merak etme telefonla görüşürüz hadi sen git” dedi ve odaya girdi.