Bu fani dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misiniz? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyilikler değil midir? İnsan ruhu, henüz keşfedilmemiş kapkaranlık bir coğrafyadır. Vahşetle şefkat, korkuyla cesaret, nefretle sevgi, mantıkla delilik, hepsi, bir zihnin içinde hapsedilmiştir. Neden acaba?

Ne yaparsanız yapın herkesi memnun, herkesi mutlu edemezsiniz. Herkese kendinizi sevdiremezsiniz. Öyle değil mi? Yaptıklarınız, yapmak istedikleriniz ve yapamadıklarınız vardır. Unutmayın, hayallerin var bunların hepsi, seni ilgilendiren şeyler. İnsanlar, konuşurlar! İnsanlar, hep konuşurlar! Ne zaman sustular ki? Gerçekten de seni mutlu edeceğine inanıyorsan, sonuçlarını da göze alabiliyorsanız eğer, yap gitsin! Kendi olma savaşını vermek isteyen, ama kendinden de hep korkanlar olarak, bugün, dünyayı istediğimiz renge boyayalım mı? Hatta bir renk de kendimizden katalım…Sahi hele bir denesek ne kaybederiz? Acaba haksız mıyım? Ben…Diye başlayan ve…Ben, heves ettiğim şeylerin kursağımda birikmesinden oluşan hayal kırıklıklarımı, bir yorgan gibi üzerime örtmüş olanım…Ben, olsun diye çabaladığım her şeyin olmayışını, yutkunarak seyredenim...Ya sizler? Ben, elimi uzattığım yeşil dalların kuruduğuna şahit olanım...Ben, olmamış olan her şeyim...Haklısınız…‘BEN’ diye başlayan, ama susanlarız. Birbirimizden de o BEN’leri saklayanlarız…Bu, aynı şey gibi…Hani, Eski birine rastlarsın ya, ayaküstü…Aynen öyle! Daha ne diyeyeyim…?

Söylenecek çok şey varken, birbirinize bakıp gitmekten başka bir şey yapamazsınız…Yarım kalan, hala yarımdır…Susarsınız…Tamam da, Birbirimizde DURMAMA sebebimiz ne? İçimizde birikenleri dökememe sebebimiz ne? Yükümüzü hafifleteceklerden kaçma sebebimiz ne? Vakt-i zamanındaBir yerde okumuştum; Ruhunu kaybetmiş bir insanda yaşamın anlamını aramak, ne saçma ! Belki de yerin üstündeki cesetler, altındakilerden daha fazla……demiş Belki bundan…Durmama sebebimiz…Dökememe sebebimiz…Kaçma sebebimiz…Ve hep o koca yükle hayatı geçirişlerimiz…Bu yüzden, adımlarımız hep AĞIR…Bu yüzden bakışlarımız hep DÜŞÜNCELİ…Oysaki zor değil, hafiflemek! “Yap gitsin” demiş ya Arda Arel, ondayım bugün…Niye mi ? Bilgilerin hızla aktığı ve bu bilgilerle yeni bilgi ve bulguların keşfedildiği bir çağın içinde yaşıyoruz. Kendini bilimin dinamik yapısına doğru kapı açan toplumlar, bilimin nimetinden istifade edip kalkınmayı sağlamışlar. Bugün dünya bilimin sağladığı teknolojik gelişmelerle klasik sanayileşmenin önüne geçmedi mi?Hiç düşündünüz mü? Dünya nedrede biz neredeyiz?

Elbette gerçeklik, maddi dünyanın tabiat kanunudur. Yaşantımızın hatalarını, kusurlarını gerçeklikle düzeltiriz. İnanç ise insanın manevi dünyasını şekillendiren bir güçtür. Gerçekçilik ile inançlılık arasındaki en büyük farkı bu kuvvet doğurmaz mı? Ne dersiniz? Yaşantımızı dünya gözünde adeta cehennem azabına çeviren hayat pahalılığı, beyin kuvvetinin gerçekliğine sırt çevirenlerin bize çıkarttıkları bedeldir. Bu bedel büyük bir yangınla eş anlamlıdır.83 milyon insanı içine atan ve alevlere kundakçılık yapanların zihin yapıları maalesef “gerçeklik” kuvvetinden uzaktır.Günümüzde dünya, kendi içinde sürekli kendini geliştiriyor. İnanç ile Gerçekliği birbirinden ayrı kulvarlarda yaşıyor ve yaşatıyor.Dünyada “İnanç” gücüne inananlarla “Gerçeklik” kuvvetine inananlar aynı kürenin üstünde yaşamiyorlar mı? Bu dünyada bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek, iradesine sahip olabilenlerin işidir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunda seni ulaşmak istediğin şeye ulaşmanı engellediğini görüyorsan, o zaman onu bırakın. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen. sonlandırın. İşte, o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz. İşte o zaman ülkene, topluma hizmet etmiş, vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş olmaz mısınız?

Toplum olarak gülmeyi de eğlenmeyi de unutalı o kadar zaman oldu ki yaşadığımız acılar, sorunlar o kadar üst üste geldi ki ağlamak sıradan bir hal aldı. Gözyaşı döken insanı görünce şaşırmadık da gülen, güldüren insanı görünce kınadık, inanamadık değil mi? Mutlu olmak, gizem dolu bir ormanda yürümek gibidir. Her adımda karşımıza, çözmek üzere bir bulmaca çıkar. Bulmacanın çözümü, seçimlerimizdir. Tercihlerimizi nasıl yaptığımız, bir yandan bir sonraki bulmacanın zorluk düzeyini belirlerken, bir yandan da mutluluk enerjimize olumlu ya da olumsuz katkı yapmayacak mıdır?