Bu güzelim ülkenin en önemli ihtiyacı: Başta doğu ve güneydoğu bölgelerimiz olmak üzere, tüm yurt çapında ekonomik yatırımlara, öncelik vermektir. Üretim anlamında tabir yerindeyse savaş başlatmak değil midir?

Bu memlekette; siyaset mekanizmasının en önemli görevlerinden birisi de iş adamlarına yeni olanaklar sağlamaktır. Verimli yatırımları teşvik etmek, onlara, inandırıcı güvence verebilmek ve böylece, işsizliği önlemeye çalışmak değil midir?

 Başta doğu ve güneydoğu bölgelerimiz olmak üzere, özellikle sınır bölgelerimizde hatta yurt sathında büyük çapta bir kalkınma hareketine yada hamlesine ihtiyaç vardır diye düşünüyorum. Bu kalkınma hareketini başlatmak için, önce siyasetin savurganlığı durdurması, ülkede tasarruf eğiliminin arttırılması da gerekmiyor mu? Ayrıca hastalık ve moda haline gelen dış gezi programlarının zorunluluk arz etmedikçe kısıtlanması, bu ülkede üretime katkısı olmayan resmi kurum bütçelerinin küçültülmesi, yarının kuşaklarına, üretici ve çağdaş bir meslek eğitiminin verilmesi gibi ciddi tedbirler, gündeme gelmelidir diye düşünüyorum. Acaba yanılıyor muyum?

İster merkezi idarede isterse de yerel idarelerde özellikle de bürokraside başarısız olan, makamında sadece sükse yapmayı alışkanlık haline getiren hiç bir proje üretmeyen bürokrat ve yöneticilerin görevlerine son verilmelidir. Bunların yanında su kaynaklarının toparlanması, köylünün, toprağını bırakarak kentlere göçünün durdurulması hatta köye dönüşün teşvik edilmesi, bölgesine ve iklim şartlarına göre, köylüye daha çok meyve sebze, zeytin, badem, vişne, fıstık, sanayi üzümü, ceviz gibi fidan dağıtma programlarının canlandırılması; arıcılık, aile hayvancılığı ve el sanatlarının teşvik edilmesi de gerekmiyor mu? Böylece köylünün kendi köyünde tutulması sağlanarak göçün önlenmesi gerekiyor. Bakınız Hollanda örneğinde, olduğu gibi, bir üretim seferberliğiyle dış pazarlara el atılması, işsizliğe çareler üretilmesi bu ülkede gerçekleştirilemez mi?

Son yıllardaki kamu “yıllık bütçe” dağılımına baktığımızda; bütçenin önemli bir bölümünün personel giderlerine ayrıldığı; üretime ve işsizliğe pek önem verilmediği gibi bir izlenimle karşılaşıyoruz adeta. Oysa ki bu memlekette birazcık tarih bilenler, ülkenin neden geri kaldığını ve Osmanlı İmparatorluğunun borçlar altında ezilerek nasıl tükendiğini rahatlıkla göreceklerdir. Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün bugün, ekonomisi güçlü olan ülke,  aynı zamanda dünyada saygın bir konumdadır. Onun kapısında, herkes durur ve  eğilmez mi?

 Biz eğitimciler ekonomi-maliye derslerinde özellikle şu hususu hep öğrencilerimizle paylaşırız: “Bir ülkenin saygınlığı, genel yaşam düzeyiyle yani refah seviyesi ile ve kişi başına düşen gelir değeriyle ölçülür.” Bakınız! Avrupa Birliği üyeleri, bu geliri 40-45 bin dolara yükseltmişken, bizde bu rakam, zorla 10-15 bin dolar arasında bocalıyor.

Unutmayınız ki! Bu ülkede bugüne kadar başımıza ne belâ gelmişse, hep bu cehaletten, gerilikten ve üretimsizlikten gelmiştir. Hollanda, küçücük nüfusuyla, tarım ürünleriyle Avrupa”yı besleyerek refah düzeyini yakalamıştır. Şimdi de, Rusya’ya Türk Cumhuriyetlerine de açılmış bir kapı durumundadır. Biz ise, boşa törpülediğimiz zamana acımıyoruz. Acaba tarım sektörü bugüne kadar ihmal edilmesiydi ve yeterince bu sektöre yeterince önem verilseydi bunca tarım potansiyeli olan ülkemiz birçok Avrupa ülkesini tarım ürünleriyle besler konumuna da gelemez miydi?

 Tarih iyi okunduğunda biz Türklerin, basiretsizliğimizle, 16 devleti nasıl tükettiğimizin izlerini görmek de mümkün değil midir?  Acaba birazcık oturup düşünmemiz de gerekmez mi? Bundan sonra, tüketecek bir şeyimiz yoktur.  O halde bize düşen görev ise: Ekonomide yarışmak, rekabet etmek, koşmak ve hiçbir ülkenin gerisinde kalmamak değil midir? Ağır borçlar altında yaşamak, yolsuzluklara, haksızlıklara, hukuksuzluklara ve hırsızlıklara geçit vermek; bol kaynaklar içinde yoksul ve işsiz kalmak, artık Türk toplumu olarak bizlere yakışmıyor. Türkiye ekonomisi, adeta Çin örneği gibi bir üretim ekonomisine dönmeli ve dış pazarlara açılmalıdır. Dünyada, sektör haline gelen terörü önlemenin en önemli çaresi: Gençlere teknik alanlarda meslek eğitimi vermek, onların aş ve iş sorunlarını çözmektir.  

Biliyorsunuz! Vaktiyle, Güney İtalya’da, bizdeki doğu ve güneydoğu bölgelerimizde olan aynı terör vardı. Orada, terör göz açtırmıyordu. Orayı, önce asker temizledi. Ve hemen sonra, siyaset, üretim projeleriyle bölgeye girdi. İtalya Hükümeti, iş adamlarına bedelsiz arsa verdi. On yıl süreyle, vergi muafiyeti uyguladı ve geçerli gördüğü projelerin yüzde  kırkını finanse etti. Bu ve buna benzer cazip şartlara koşan iş adamları ise, Güney İtalya’yı kalkındırdılar. İyi yaşam düzeyine kavuşan bölgelerde ise, terör bitti. Şimdi, kuzey ve güney İtalya, refahta birbirleriyle adeta yarışıyor. Bir çok ülkede bu durumu hayranlıkla izlemiyor mu?

Günümüz dünyasında her şey siyaset adamlarının kalitesine göre gelişme gösterir. İnsanlar, diğer insanların ne altında, ne de üstündedir. Bu böyle biline! Göklerin altında olan her şey, aynı yasanın ve aynı yazgının buyruğundadır elbette. Ancak insanların güç ve yetenekleri başka başkadır. Günümüzde özellikle kamuda, bürokraside kendini beğenmek, insanın özünde bir hastalıktır ancak kendi eksiğini aramak, ne güzel şeydir. Ey toplum adına, millet adına siyaset yapan politikacılarımız! Halkımız, gençlerimiz, sizlerden çok şey bekliyor. Ne olur onların ümitlerini, beklentilerini boşa çıkarmayın! Ne mutlu ki bu ülkenin bu halini gören yurttaşlarının refah ve mutluluğu peşinde koşan devlet adamlarına! Geliniz zamanı boşa harcamayalım! Yarınlarımızı düşünmeden kaygısızca yaşamayalım. Doğru dürüst, birlik ve beraberlik içinde omuz omuza vererek, kimselere muhtaç olmadan, kimsenin gerisinde kalmadan onurlu bir şekilde yaşayalım!

Sözün özü:Bu ülkenin en önemli sorunu üretememektir! Çok şükür yağımız, şekerimiz, unumuz var. O halde HELVA NEDEN YAPAMIYORUZ? Biraz çok çalışırsak umarım onu da yaparız! Bu güzelim vatan topraklarımızda üreten insanlarımızın giderek çoğalması dilek ve temennisiyle hoşça kalın dostça kalın!!