Değerli okurlar! sakın eskiye özlem demeyin! Günümüz çoçukluk ortamlarına baktığımızda ne kadar şanslı çocuklardık. Bakıyorum da şimdilerde çocuklar hep evlerde. Biz ise eve girmezdik. Sabah çıkar okul günlerinde okula, okuldan çıkınca ve tatil günlerinde ise kah tarlada, kah hayvanların başında, kah dağda taşta olur boş olduğumuz zamanlarda da akşama kadar dışarıda oynardık. Öğle yemeklerimiz ekmek-peynir ve ekmek üzerene  sürülen salça, haşhaş, susam sürtmesi veye kuru ekmek omlurdu. ve çikolata olurdu. izleyecek Televizyonumuz yoktu. Misket, gazoz kapağı, met oyunu, dokuz taş, kör ebe (sobili) oynardık. Şimdi bu oyunları yeni nesil çocuklara anlatıyoruz da, onlara şaka gibi geliyor. Çocukluğumuz dolu dolu geçerdi. Ya Şimdilerde?

Biz Çocukluğumuzu dolu dolu geçirdik. Cep telefonumuz, tabletimiz, lap topumuz yoktu ama kitap defter ve kurşun kalemlerimiz vardı. Arkadaşlarımızla mesaj atarak değil kapılarının zilini çalarak ulaşırdık. Belli bir saatte belli bir noktada, çoğunluklada sokaklarda buluşurduk. Güzel günlerdi. İnsan özlemiyor değil. Geçmişe bir yolculuk yapmak istiyor insan  zaman zaman. Geriye dönüp baktığınızda iyi ki böylesine bir çocukluk geçirmişiz diyebiliyoruz. Keşke bizim çocuklarımız da o tatları yaşayabilse. Ama ne yazık ki içinde bulunduğumuz ortam buna uygun değil. Öyle değil mi?

Günümüzde artık o eskilerdeki bahçeli evler yok. Apartmanlar, siteler. Çocukların sokakta oynama şansı çok az. Hepsinin elinde bir tablet, telefon. Sanal bir dünyaya kendilerini kaptırıyorlar. Bu konuda ebeveynlere önemli görevler düşüyor. Onları o sanal dünyadan kurtarmak bence en önemli görevleri değil mi? Bilinçli anne babalar eminim bunu yapıyordur.Yapmayanlar için küçük bir uyarı yapmak istedim haddime düşmeyerek! Çocuklarınızın elinde tablet ve telefon olsun, ama abartmasınlar. Ellerine mutlaka kitap da alsınlar. Fırsatları varsa sokak oyunları oynamaya çalışsınlar. Bizim çocukluğumuzdaki gibi olmasa da ona yaklaşsınlar yeter. Hangi alanda hangi ortamda hangi konumda olursa olsun önemli olan dik durabilmek; koşullar ne olursa olsun doğruları savunmak, yanlışın karşısına dikilmek değil midir?

Küresel hırsız ABD’nin dünyanın dört bucağına açtığı sahte yiyecek ve kanserojen içecek dükkanlarının nüfusa oranla en çok olduğu ülke ne yazık ki ülkemiz değil midir? Cadde ve sokaklarda gösteriş, hava atma, caka satma amaçlı noktaların araç park yerleri her daim dolu. Oturacak masa bulmak neredeyse imkansız. Kütüphanede, laboratuvarda, amfide, sınıfta olması gereken gençler buralarda bön bön bakışarak oturup 30-40 TL’ye çay - kahve içmekteler. Ellerinde ABD malı 10-20 binlik pahalı telefon, ayaklarda mutlaka yabancı marka spor(?) ayakkabısı, estetikten yoksun abur cubur kıyafetler, 5-10 gündür su yüzü görmemiş yağlı saçlarla hayat pahalılığından söz ediyorlar. Dünya endüstri 4.0 çağına, teknoloji üretim basamağına geçti. Bizim gençlerimiz sahte etli ekmek ve kahve peşinde. 1980 yılından bu yana liberal, plansız, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” temelli uyduruk kapitalist düzene geçtik. “Bize plan değil pilav lazım” diyen kafadaki liderler eğitimi, tarımı, hayvancılığı, üretimi vizyonsuz bıraktılar. Aradan geçen 40 yılın sonunda gıdaya, taşıta, konuta, tatile erişemez hale geldik. Bakınız! 2000 yılında 1 dolar 0,6 TL (eski parayla 600 TL) idi. 2001 yılında kriz ortaya çıkınca 1,7 TL seviyesini gördük. 2008 yılına doğru geldiğimizde dolar 1,20 TL idi… 2013 yılında 2 TL’ye ulaştık. Aradan geçen 8 yılda 2 TL’den 15 TL’ye yükseltme başarısı gösterdik. Allah aşkına son 10 yılda paramızın pul olmasının suçlusu tamamen halktır yani bizler değil miyiz?

Bir zamanlar piyasadaki para (finansman) bol iken ithalata abandık. 300 temel ihtiyaç maddesinin 280’ini ithal Çin, Alman, Fransız, Amerikan, İtalyan markalarından seçtik. Lüks arabalara, büyük evlere geçtik. 2013 yılından sonra ABD Merkez Bankası (FED) kendi parasına verdiği faizi ufak ufak artırmaya başladı. Bu da dünyadaki dolar emisyonunu (miktarını) azalttı. Son 5 yılda Türk borsasındaki yabancı parasının oranı yüzde 65’lerden 37’lere inmedi mi? Düzenbaz, okumuş cahil, televoleci ekonomistlere inanmayınız. TV haberlerindeki goygoycuları da dikkate almayınız. Demedi demeyin! İyi kötü ekonomi, maliye alanında dirsek çürüttük. Yerli üretim mallara yönelmedikçe, her insanımızı üretici hale dönüştürmedikçe refaha eremeyiz. Bu böyle biline! Öyleyse Çin'de olduğu gibi bu güzelim ülkede her hane mutlaka bir ürün yapmalıdır, yani üretmelyidir. kentlerimizde hiç bir iş yapmayan emekliler köylere dönmelidir. Gençlerimizin köylerde klimalarına yönelik tedbirler alınmalıdır. Daha ne diyelim? Kendimize gelmeliyiz demekten, üretmekten başka çaremiz var mı demekten başka ne diyebiliriz?

Gelinen noktada toplumumuzun ve ülkemizin ve bir numarılı gündemi ekonomidir. Pekala ekonomi nedir? Sözcük anlamıyla anlıyacağınız tarzda bakalım olaya; bir insan topluluğunun ya da bir ülkenin, yaşayabilmek için üretme ve bunları bölüşme biçimlerinin ve bu eylemlerden doğan ilişkilerinin tümüdür. Şimdilerde bu eylemlerden doğan ilişki tıkanmış durumda. Üretici pahalılıktan üretemez, tüketici ise zamlardan ürün alamaz halde. Bir ülkede üretmek için tüm olanaklar mevcut ancak üretim az ve dışa bağımlılık fazlaysa o ülke, içeriyi bırakın dışarıdaki en ufak çatırdamada nasibini alır. Biz de nasibimizi almadık mı hayliyle? Rusya-Ukranya savaşı, pandemi, derken ülkemiz ekonomisinin geldiği durum ortada. Evet, tüm dünyada yaşanıyor bu sıkıntılar. Ancak tüm dünyada bununla nasıl başa çıkılıyor? ÜRETEREK Biz, üretmekten vazgeçtik. Şartlar bunu gerektirdi dememeden üretmeliyiz!

Elbette, asalet önemlidir. Nesiller aslına çeker. “Asil, azmaz; bal, kokmaz. Kokarsa yağ kokar; onun da aslı ayrandır.” Boşuna dememiş atalarımız. Ağa için “Otu çek, köküne bak!” sözü, “cuk” oturuyorsa da diğer örnekler için eğitimin önemine işaret etmek gerekir. Ancak, “Soysuza silah vermişler, çekip babasını vurmuş.” sözü de boşuna söylenmemiştir. Çevremize ve çevremizdekilere bir de bu açıdan bakalım, ne ilginçlikler göreceksiniz! Sözün Özü: İt eniğinden kurt olmaz! Çok doğru bir söz de değil midir? Hoşca kalın dostça kalın!