Acaba dünya üzerinde 215 kadar devletin var olduğunu ve sekiz milyar insanın ise her gün daha iyi bir yaşam koşullarına erişmek için didindiğinin de farkında mıyız?

Dünyada var olan 215 ülkenin 20 tanesinin çok lüks bir hayat standardı içinde bulunduğunu elli kadar ülkenin ise orta kalite bir çizgide ilerlemekte olduğunu, geriye kalan ülkelerin kavgaları, didişmeleri, hukuksuzlukları, çaresizliklerinin de bitecek gibi görünmediğini de biliyor muyuz?

Dünya üzerinde 57 İslam ülkesi var. Ancak bunların tümünün yıllık üretimi bir İtalya, bir Almanya kadar bile yok. Petrol üreten bir çok İslam ülkesinde sistemi elinde tutan ailelerin şatafatlı, görgüsüz yaşantısı devam ediyor. 21. yüzyılda bunların bir tek patenti, projesi, icadı, üretimi yok. Evinize şöyle bir bakınız. Elli kadar aygıtın hangileri bir Arap ülkesinde üretilmiş? Arap uluslarının çöp kovası üretmekten bile kaçınan yapıda olduğunun da farkında mıyız?

İslam ülkeleri arasında ülkemiz, tüm engellemelere, çelmelere, dışlamalara rağmen dünyanın  büyük yirmi ekonomisi olmayı başarabilmiştir. Acaba 1700’lü yıllardan itibaren erimeye, bilimden kopmaya başlayan Osmanlı Devleti’nin israfa yönelik harcamaları olmasaydı bugün daha çok üreten bir toplum olabilmemiz mümkün olmaz mıydı? Son 150 yılda Osmanlıyı yönetenler fabrika yapmak yerine borç para alarak kaşaneler inşa etmeyi tercih etmemişler midir? Bunun da en bariz örneği Dolmabahçe Sarayı değil midir?

Ne yazık ki ülkemizde gerçek üretime dönük sanayileşme seksen doksan yıl önce başlayabilmiştir. Özellikle 1950’den sonra emperyal ülkeler ABD, İngiltere, Almanya, İtalya vb.) Türkiye’nin katma değeri düşük ürünler imal etmesi yönünde sinsi planlar yapmamışlar mıdır? Neden yıllarca tuğla, çimento, mobilya, tekstil, makarna sektörlerinin ürettiği mallar yanında uçak, entegre (chip), ilaç, tohum, telefon gibi ürünlerin üretilmesi söz konusu olmamıştır?

Bugün bir türlü atılım yapamayan, ataletini yenemeyen, iş birliği üretemeyen il ve ilçelerimizde nüfus bakımından azalma, göç verme sorunu söz konusudur. 40 kadar kentimiz son 30 yılda yarı yarıya nüfus kaybetmiştir. 82 milyonun İstanbul, Ankara, Bursa, İzmit, Sakarya, Kayseri, Gaziantep gibi illerde öbekleşmesi birçok toplumsal sorunun artmasına da yol açmıyor mu? Köylerden, ilçelerden,  başta on mega kent olmak üzere kentlere göç akınının mutlaka durdurulması, göçü tersine çevirici yasal düzenlemelerin yapılması da gerekmiyor mu? Kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün 16 milyon nüfuslu İstanbul’u ultra yetenekli idarecilerin bile sağlıklı tutabilmesi mümkün müdür?

Bakınız! Almanya ve Fransa dışarıdan bakıldığında sadece sanayi ülkesi gibi görünür. Ancak bu iki ülke tarım ve hayvancılığı asla terk etmemiştir. Almanya’nın her yanı tarla doludur. Tümü ekilidir. Herkesin gıpta ettiği Paris kentinden 5-10 km uzaklaştığınızda modern tarım arazileri sizi karşılamaz mı? Avrupa ülkeleri ve ABD tarım ile hayvancılığı asla yabana atmamıştır. 16 milyonluk Hollanda tarımsal üretimde 200 milyon insanı besleyecek kadar potansiyele erişiyorsa tarım ülkesi olarak bizim ulaşamamızın haklı izahı olabilir mi? Tarım, hayvancılık,  turizm sektörleri ile  göçü tersine çevirme üzerine ilgi çekici nitelikte beyin fırtınaları yapmamızın zamanı da gelmedi mi?

Yerel kalkınmaya yönelik fikirler üretenlerin önünün açılması, yerel kalkınmanın tesis için gerekli olan çok projelerin hayata geçirilmesi zamanını hala gelmedi mi? Kırsal kesimin, köylerin üretime olan katkısını artırıcı faaliyetlerin, projelerin ve reformların yapılması da gerekmiyor mu? Aydınlık yarınlar dilek ve temennisiyle herkesin kurban bayramını kutluyor, kazasız bir bayram olmasını diliyorum. Hoşça kalın dostça kalın!