Gerek ülkemizde gerekse kentlerimizde siyasete, aydınlık ve esenlik getiren en büyük etkinlik, onun içinden, topluma yansıyan ışıktır. Acaba siyasi yetenek, halka ulaşmasını bilmekle, ortak düşüncenin savunucusu olmakla ve yararlı projeler uygulamakla kendini göstermez mi?

Kanımca makamlar, mevkiler  büyük olabilir. Ancak o makam ve mevkilerin içindekiler hayli cüce olursa, o makamdan bir şey olmaz, gün geçtikçe de içindeki temsilciler, ufalıp gitmezler mi?

 Bakınız! Valiler, Belediye başkanları iş başına gelirler ve giderler. Ancak ayrıldıklarında yaptıklarıyla anılır çayca gelip yolca da gittilerse de bırakın yaptıklarını adlarını bile duymak mümkün olur mu? İşte bizleri yönetenler, halkın yaşam seviyesini yükseltmek bağlamında, çok şeyler yapmak zorundadırlar. Şayet yapmıyorlarsa,  o zaman toplumun gerisinde kalıyorlar demektir.

Hangi makam, mevki ve hangi statüde olursak olalım, halkımıza hizmet etmeliyiz, ilkeli ve dürüst olmalıyız. Düşündüklerimizi paylaşmalıyız, özgüvenimizi yitirmemeliyiz. Toplum olarak yaptıklarımızla ve yapacaklarımızla yarınlarımızın teminatı olan gençlerimize, gelecek nesillere örnek olmalıyız. Hatta toplumun fertleri olarak bulunduğumuz konumlarda parçası olduğumuz bu toplumun bir nevi kanaat önderliğini üstlenmeliyiz.

Yönetim otoritesinin en önemli vasfı, toplumun yaşam seviyesinde, refah kalitesinde görülür. Yani insan nerede ise, siyaset de orada olacaktır. Kim ne düşünürse düşünsün bana göre siyaset, iş bitiren liderlerin, yöneticilerin makamıdır. Ülkemizde halkın vergileriyle oluşturulan bir bütçe vardır. Bu bütçe ekonominin elbette ki dinamizmidir. Öyleyse ekonominin dinamizmi olarak gördüğümüz milli bütçenin iş hacmini açması ve sosyal kalkınmayı hedeflemesi de gerekmez mi? Mili bütçemiz, ağırlıklı olarak eğitime ve sağlığa hizmet etmelidir. Milli bütçemiz, yatırımların dışında, boşa dönen bir takım kasnaklara harcanmalıdır. İşte bu kapsamda her kentte üretimden, yatırımlardan ve denetimden sorumlu birer gerçek anlamda hizmet ifa edecek, işlevsel olarak her kesime hizmet verecek “PROJE OFİSİ” kurulmalıdır.

Avrupa Birliği kaynaklarından yararlansak da, yararlanmasak da, bizim İl ve Belediye Meclisleriyle sivil halk kurumlarının faaliyetleri içinde, geri dönüşü olan projeler üretilmesi gerekiyor. İçinde yaşadığımız zaman da, o zamandır. Şu gerçek bilinmelidir ki fakirliğin, yoksulluğun başlıca nedeni, güçsüz ekonomidir. Bakınız! Şayet y anılmıyorsam bu ülkede, kişi başına yıllık üretimin değeri sadece 9-10 bin dolar civarında seyrediyor.  Avrupa Birliği ülkelerinde ise, bu rakam ortalama 50 bin bin dolara yaklaşıyor. Acaba millet olarak, devlet olarak ekonomik krizleri yaşamamak için üretmemiz, tasarruf etmemiz, öncelikle de yatırımların önünü açmak, aynı zamanda üretimi, dış pazarların ihtiyacına, taleplerine göre planlamakla sorumlu değil miyiz? Elbet te ki yoksulluğun önünü ve ardı arkası kesilmeyen terör belasını, ancak  ve ancak düzgün seyreden ekonomimiz ile kesebiliriz.  Acaba ekonomisi zayıf olan ülkelere, herkesin saldırdığının farkında mıyız? Bu güzelim ülkede borçla yaşamakla övünmek yerine borçla yaşamanın, kışkırtı çeken bir zafiyet olduğunun da unutulmaması gerekir.

Ülkemizde ve kentlerimizde  tarım, sanayi ve ticaret el ele, hızlı yürümelidir. Ülke olarak ithalata dayalı ekonomi yerine ihracata, üretime dönük ekonomiye yönelmeliyiz. Birçok stratejik ürünlerimizi kendimiz üretmeliyiz. Bütçe imkanlarımız, çarçur edilmemeli, ekonomiye akmalıdır. Gereksiz tanıtım, reklam harcamalarından kaçınılmalı, hatta resmi (kamu) sektör de, rantabıl olmayan dış gezilerini kısmalıdır.

Daha açık bir anlatımla yatırımların dışındaki masraflar da, olabildiğince küçültülmelidir. BELEDİYELERİN DE, BÜTÇELERİ çarçur ederek herkese açık, beleş  sadaka evleri açması, yerine “insanlara bedava balık yedirmek yerine, balık tutmasını öğretmek” daha doğru olacaktır. Şayet  Belediyeler, yoksullara yardım etmek istiyorsa, eğiterek onlara birtakım kişisel beceriler kazandırsın, onlara sürekli bir ekmek kapısı açsın. Böylesi, daha uygun olmayacak mıdır?

Bazı politikacılarımızın düşündüğü gibi bu ülkede önce terörü bitirelim, sonra ekonomiye bakalım” görüşünün   de yanlış olduğunu düşünüyorum. Neden derseniz! Çünkü, bir ülkede ekonomi gelişmedikçe, terör zor biter. Herhalde bu nokta da, büyük siyasetin rolü, daha iyi anlaşılıyor. Çünkü, bilinmelidir ki küçük ruhlar, işlerin ağırlığı altında ezilirler. O küçük ruhlar ki, bir yerde durup yeniden başlamayı bilmezler. Kısacası her şeyden önce, ekonomide güçlü olmak zorundayız. Bunca ağır dış borç varken, göstermelik dış destekler, hep aldatıcı olur. O yalancı destekler, bizden yana olmaz.

O halde kendi verimli tarım topraklarını değerlendirmeli, kendi iç varlığımıza ve zengin doğal kaynaklarımıza güvenmek zorundayız. Dış güçlere alet olacak, başı eğik bir insan değil  dünya önünde, başı dik, onurlu insanlara ihtiyacımız var.  Herhalde anlayanlar anlamıştır. Son olarak bir kez daha ifade etmekte yarar var. Ülkemizde ve kentlerimizde  tarım, sanayi ve ticaret el ele, hızlı yürümelidir. Bu sayede de fakirliğin ve yoksulluğun başlıca nedeni olan güçsüz ekonomiden kurtuluruz. Acaba yanılıyor muyum? Hoşça kalın, dostça kalın, sevgiyle kalın!