Hiç düşündünüz mü? Acaba günümüz dünyasında sosyal medya sayesinde tüm insanlık hangi dinden, dilden, milletten olursa olsun aynı şeylere gülüp aynı şeylere ağlamıyorlar mı? Bugün İskandinav da, Arap da, Çinli de; Alman’’da aynı videoyu görüp, beğenip paylaşabiliyor. Çok ilginç değil mi gerçekten? Öyleyse aynı ilginçliği, aynı güzelliği ya da çirkinliği yaymaya meyilli değil miyiz insanoğlu olarak?

Bakınız! Bilim insanı Fransis’e göre, dünya artık global tek bir beyinden oluşuyor. İnternet çağındaki insanların birbiriyle iletişimini matematiksel bir formüle dönüştürmek isteyen Bay Fransis, “İnsanlar internette tıpkı beynimizdeki nöronlar gibi iletişim halindeler. Böyle olduğu için de insanlığın ortalama zekâsında ciddi bir yükselme oluyor.” diyor. Bilgi alışverişi insanlığı hızlı bir şekilde yeni kapı eşiklerine getiriyor. Ve açılan her kapı sırları teker teker de çözmüyor mu? Hepimiz hatırlarız değil mi lise yıllarımızdaki dersleri ve hayatımızdaki değerini? Gerçekten sizleri bilmiyorum ama bendeniz lise hayatımın eğitim anlayışını düşününce “Düşünme Eğitiminin” ön plana çıkarıldığını şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bizim dönemde felsefe, sosyoloji dersleri okutulurdu. Psikoloji, mantık, sevmesek de önemli derslerimizdendi. Beynimiz ne kadar zorlanırdı mantık derslerinde, şimdi anlıyoruz kıymetini mantıksız dünya işlerinin mantıksızlığını her gün görünce… Acaba bu anlayışımızda haksız mıyız?
Bilimsel düşünmenin bir eğitim işi olduğu konusunda sanırım hepimiz hemfikirizdir. İnsanların bu eğitimi küçük yaşlardan itibaren alması gerekir. Çünkü bilimsel düşünme yeteneği, birdenbire oluşup gelişmez. O, her şeyden önce zamana, çalışmaya ve pratiğe dayanır. Bilimsel düşünme eğitimi demek, ikisinin düşünebilme yeteneğini, bilimsel bilgiler yoluyla, düşünme ilke ve yasaları doğrultusunda geliştirmesidir. Bilimsel düşünmenin ilke ve yasaları mantık ve matematik bilimlerinde yer alır. Bilimsel bilgiler ise, bilimsel niteliğini taşıyan bilimlerde yer alan bilgiler birikimidir.
Keza bilimsel düşünmenin, ilke ve yasalarını açıklayan bilim mantıktır. Bu ilke ve yasalar aynı zamanda doğru düşünmenin yollarını da öğretir. Mantığın açıkladığı ilke ve yasalar, insanın çevresinde ve hayatta yer alan gerçeklerin bulunmasını sağlar. Mantık bilgilerinin güncel yaşamda ortaya çıkan pratik sorunların çözümünde, kişi davranışlarının bağlı olduğu inanç ve düşüncelerin eleştiri yoluyla aydınlatılmasında önemli rol oynar. Çevremizde kişilerle zaman zaman düştüğümüz anlaşmazlıkların, sürtüşmelerin, gerginliklerin ve hatta kavgaların kökeninde çoğu kez kelime ve kavram kargaşalığı vardır. Mantık kişiye, bunların açık ve seçik bir biçimde üzerinde durmasını, içeriklilerinin anlaşılmasını, düşüncelerini bu yollarda sürdürerek doğruyu, iyi ve yararlı olan davranışların bulunmasını sağlar.
  Düşünmeyi Bilen Kişi : Kendi kendine eleştirir ve çözüm yolları arar. Dikkatli ve yansıtıcı bir düşünmeye sahiptir. Akılcılığa değer verir, düşünmenin etkili olduğuna inanır. Sorgular ve gerekli olduğunda amacı değiştirir. Amacı bulmada dikkatli ve geniş düşünür. Düşünmeyi Bilmeyen Kişi ise : Sürekli kesinlik arar ve belirsizliğe karşı hoşgörüsü ya hiç yoktur ya da azdır. Kendi kendini eleştirmez; aklına gelen veya kendine sunulan, mantıklı gözüken ilk seçenekle yetinir. Aceleci düşünür ve bir düşünce tam olgunlaşmadan bir başka düşünceye geçer. Akıl yürütmeden, içten geldiği gibi karar verir ve ayrıntılı düşünmenin fazla işe yaramadığına inanır. Sorunlu durumlardan rahatsızlık duymaz ve belirsizliğe karşı hoşgörülüdür. Amacı sorgulamaz, gerektiğinde değiştirmez. Olasılıkları seçerken acelecidir. O halde bugünkü eğitim sistemimizin bilimsel düşünmeyi teşvik edici yönde planlanması gerekmez mi?  
Bakınız! Konuya girerken Bilim insanı Fransis’e göre, dünya artık global tek bir beyinden oluştuğunu söylemiştik. Peki şu global beyin ne zaman düşündüğünü eyleme dökecek? Madem hepimiz kötüyü, adaletsizliği, çirkinliği sevmiyoruz ama neden engel olamıyor ve bunun için çalışmıyoruz? Neden insanlık hala ülkelerin bölünüp parçalanmasına, doğanın bozulmasına, dünyanın kirlenmesine bir “haber”miş gibi bakıyor? Neden sadece izliyor, seyirci kalıyor? Neden insanlık tıpkı bir yamyam gibi düşündüğü bir yanını yani kendi beynini yiyor, ziyan edilen bir yanını göz göre göre feda ediyor? Neden bir ülkedeki çölleşme, orman yangını, işkence, zulüm farklı bir sınırın içinde olduğu için kendini dışında sanıyor? Oysa aynı gemide değil miyiz, aynı Titanik batarken müzik çalmaya devam eden orkestra üyeleri gibi de değil miyiz?
Bu güzelim ülkenin bilimsel düşünen, akıl ve bilimi rehber edinen aydın insanlara ihtiyacı vardır. Aydın olmak ise, yaşam karşısında belirli dinamikler üzerinde kurulmuş bir duruşu ifade eder. Sahip olduğu faydalı bilgileri, deneyimleri, kavramsal düşünceleri, teorileri pratiğe dönüştürendir. Bilgiyi bir süs, bir caka satma, öğünme, böbürlenme, hava atma aracı olarak kullanmayan, bilgilerini halka aktaran, onları paylaşandır. Aldatmayan, yalan söylemeyen, halkına karşı dürüst olan, ikiyüzlü ve riyakar olmayan güvenilir kişidir. Toplumun iyiye, güzele, refaha gitmesi için çaba gösterendir. İnsanların gelecekleri için hem çalışmayı, hem de tatışmayı göze alan kişidir. Mutluluğu, güzellikleri, üzüntüleri kederleri ve mutlulukları halkıyla paylaşandır. Fizik ötesi düşüncelerden arınmış kişidir. Yalnızdır, kimseden emir almadan bilimsel yollarla çalışan kişidir. Daha nasıl izah edelim? Hoşca kalın, dostca kalın, sevgiyle kalın!