Zaman zaman ekonomistler kafa yorarlar. Hatta değişik ortamlarda,  üniversitelerde, değişik toplantılarda, sokak aralarında, kahvehanelerde bile ekonomi ile ilgili yorumlar yapılır değil mi? İşte bendenizde, ekonomik konularla ilgili, bu kafa yoranlardan birisiyim. Hemen ifade edeyim ki, günümüz yaşam dünyasında, herkesin de ekonomik konularla ilgilenmesinden yanayım. Hangi alanda olursa olsun ilgi, alaka; öğrenmeyi, eleştirmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı, analiz yapma ve yorumlamayı aynı zamanda da bu konularda özgüveni tetikler  hatta arttırmaz mı?

Hiç düşündünüz mü? Acaba bir kent ya da   bir ülke düşünün ki, nasıl kalkınır? Belki yanılabilirim. Ancak iki aşağı beş yukarı ülkelerin kalkınma planı birbirine benzer elbette. Birazcık araştırılırsa bu benzerlik rahatça görülebilir diye düşünüyorum. O halde  ekonomik yönden gelişen bir ülke aynı zamanda  kalkınmış da sayılmaz mı?  

Aslına bakarsanız ekonominin de kendine has iki yasası vardır. Aslında bu iki yasa yada kural ülke kalkınmasında sihirli birer anahtar konumundadır. Bunlardan  birincisi üretim ikincisi de tasarruftur. O halde ÜRETEN BİR ÜLKE kesinlikle kalkınır. Acaba yanlış mı düşünüyorum?

Bakınız! Bu gün dünyada kalkınmış ülkeler, ABD, Japonya, Almanya, Çin, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada'dır. Bunun yanında, Güney Kore, İspanya, Hindistan, Brezilya ve İran da hızlı kalkınma gösteren ülkelerdir.  Avrupa'nın diğer küçük ülkeleri de kalkınmış ülkelerdir. Norveç, İsveç, Finlandiya, Avusturya, İsviçre, Hollanda ve Belçika sayılabilir.

Pekala ülkelerin kalkınmışlığının ölçütü nedir? Bir ülkenin kalkınmışlığı gayri safi milli hasıla ve fert başına düşen milli gelirle ölçülür. Hele hele siyasetin duayenlerinden birisi olan  Sayın Demirel”in tabiriyle “ADAM BAŞI GELİR” daha da önem  arz eder.  Bakınız! Kalkınma konusunda  Rusya”nın son yıllarda atılım yaptığını ve adından söz ettirdiğini düşünüyorum. Bugün Rusya hızlı kalkınma çabasındadır. Ancak ne yazık ki bu ülkede eski komünizmden kalma alışkanlıkla fertlerden istenen verim yeterince  elde edilemediği de bilinmektedir. Yatırımlarda da hala isabetli sektör uyumu tutturamamaktadır. Rusya ürettiği mallarda istenen estetik ve kalite konusunda tüketicileri ikna edememiştir.

Kim ne derse desin bir ülke yada kent  ekonomisinde düzlüğe çıkmanın yolunun ille de ÜRETİM”DEN  geçtiğini düşünüyorum. Birazcık araştırıldığında kalkınmış ülkeler, üretimi önce SANAYİDEN başlatmışlardır. Üretimin sanayiden başlatılması da yetmez elbette. Bunun dışında TARIMDA ve HİZMET sektöründe de üretim en üst seviyede olmalıdır.

Şayet Türkiye'yi kalkındırmak için önce sanayi de üretimi artırmalıyız. Bunun için Atatürk döneminde başlatılan ve birinci İzmir iktisat kongresi ile programa alınan sanayileşme gayretine başlanmalı özellikle de tarımsal sanayi gözardı edilmemelidir. Sanayileşme için sermaye, hammadde, emek, teknoloji ve teşebbüs gerekir. Sermaye için ya dış yardım veya Güney Kore'de olduğu gibi iç tasarruf gerekir.

Bunun için keza Hindistan”da olduğu gibi  Türkiye'de de durum gayet  müsaittir. Çünkü sermaye yeterlidir. Ayrıca iç tasarruf da gerekir. Diğer unsurlar da vardır. Türkiye'de emek, hammadde ve teknoloji de mevcuttur. Ancak hızlı kalkınmak için, teşebbüs olmalıdır. Bugün maalesef  bunda eksikliğimiz vardır. Ayrıca ülkemizdeki  devlet mevzuatı ve kalkınma için yeterli yasalar  mevcut yada yeterli değildir.

Yıllardan beri ülkemizde sermayenin önünü açacak yatırımları teşvik edecek, müteşebbisin güvenini sağlayacak kanunlar çıkarılmıyor  yada ağır aksak çıkartılıyor. Çünkü bunu uluslararası güçlerin kontrolündeki Türk aydınları bilerek sabote ediyor. Türkiye'nin kalkınmasını istemiyorlar. Ayrıca uluslararası güçler ve yerli işbirlikçileri Türk devletinin güvenliğini de engelliyorlar. Mesela PKK ve dolayısıyla TERÖR için dünyanın masrafını yapıyoruz ama yıllardır bir türlü çözülmüyor. Bilakis devletin en üst görevlileri bile bazen bölücülüğü teşvik edebiliyorlar. Doğu ve güneydoğu bölgelerimize sıkça TEŞVİK ÇIKARILIYOR ama can ve mal güvenliği olmadığı için kimse yatırım yapmıyor. Ayrıca bu teşvikleri alanlar da ÇEKTİKLERİ  KREDİLERİ PKK'YA YEDİRİYORLAR. Bir türlü sanayileşme hamlesi gerçekleşmiyor.

Bugün artık çiftçi, köylü adeta can çekişiyor. TARIMDA DA GÜBRE, MAZOT PAHALI, AMA ÜRETİLEN MAL UCUZ OLDUĞUNDAN ÇİFTÇİLER BAZEN ÜRETİM BİLE YAPMIYORLAR. Hizmet sektörü TURİZM olarak biraz yürüyor, ancak o da yeterli ve verimli değil.

Üretimden sonra gelelim TASARRUFA. Ülkeler eğer kalkınacaksa tasarruf tedbirleri almalıdır. Çünkü tasarrufla sermaye birikir.  Bu da yatırıma sevk edilir. Kim ne derse desin TÜRKİYE İSRAF EKONOMİSİ uygulayan bir ülkedir. En büyük israf da KAMU KESİMİNDEDİR. Bir de şu üretmeyen etiket peşinde koşturan, sükse yapan bürokratlar ve hantal bürokrasi bu sorunun önemli sac ayakları değil midir? İddia ediyorum bu ülke de KAMU yani devlet sektörü çok değil yüzde elli ÖZEL SEKTÖR MANTIĞI ile çalışsa  bu güzelim ülke ihya olur hatta birçok  AVRUPA ÜLKESİNİ BİLE EKONOMİK YÖNDEN  İKİYE DE KATLAMAZ MI?

 Bugün ülkemizde dışarıdan giren mallar satılan mallardan daima daha fazladır. Bu yüzden de DIŞ TİCARET DENGESİ hep Türkiye aleyhine işlemektedir. Türkiye'nin bütçesi en azından denk bütçe olmalıdır.  Kazanılan hasıla (gelir) yatırıma gitmelidir. Kaldı ki ithalat daha da azaltılıp ihracat artırılabilir. Belki bilenler vardır Ama yine de söyleyeyim. Bakınız! Türkiye'nin GÜMRÜK ANLAŞMASINDAN dolayı bile YILDA EN takribi 40-50 MİLYAR DOLAR KARŞILIKSIZ GİDERİ vardır.

 Bu durumu ülke olarak içimize sindirebiliyor muyuz? Sözün kısası içerde ve dışarıda her türlü giderleri azaltacak tedbirler alındığında hızlı üretime başlandığında Türk milleti daha çabuk kalkınıp daha yüksek refah seviyesine çıkacaktır. Bir kez daha vurgulamak istiyorum. Üreten, ürettiğini satabilen, tasarruf eden, tasarruflarını yatırımlara dönüştürebilen bir ülke kesinlikle kalkınır. Acaba yanılıyor muyum? Herkese sorunsuz bir yaşam dileğiyle! Hoşça kalın dostça kalın!!!