Değerli Okurlar! Elbette demokratik olmayı isteyen toplumlarda sivil toplum örgütlerinin varlığı elbette kaçınılmazdır. Aslını söylemek gerekirse “demokrasinin tüm kurallarıyla egemen olduğu toplumlarda da sivil toplum örgütünün varlığının zorunlu olduğunu” söyleyebiliriz.

 Bu zorunluluk, sürekli gelişen kişi ve toplum yaşamı içindir ve “KARAR ALMA SÜREÇLERİNE KATILIMI” ifade eden sihirli bir deyimle karşı karşıya getirir. Aslında karar alma sürecine katılım, sürekli, her yerde ve her şey için olmalıdır diye düşünüyorum. KİŞİ, KARAR ALMA SÜREÇLERİNE KATILDIĞI ORANDA,  O DEVLETİN YURTTAŞI, DEVLET DE O YURTTAŞIN DEVLETİ OLACAKTIR. Aslında öyle de olması da gerekmez mi?

2000”li yıllardan bu yana fazlaca dillendirilen Avrupa Birliği”nin bize zorla yaptırmaya çalıştığı, ekonomik destek verdiği yerler de değil midir sivil toplum örgütleri yada mekanizmaları? Bir yerde de sivil toplum, olmazsa olmaz dedikleri ve insanların kendilerini, yeteneklerini, fikirlerini, özgürlüklerini, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını ve yaşanılabilir bir ortam yaratmak için buluştukları yerlerdir.  Bu vesileyle işte sizlere söz konusu yerlerden yani sivil toplum kuruluşlarından dilimin döndüğünce bahsetmeye çalışacağım.

Bana göre bu örgütleri iki kategoriye ayırmak gerekiyor. Birincisi gönüllülük esasına dayanır, diğeri ise mecburidir.  Bunun için kişi ile devlet arasında, kişilerin gönüllü olarak bir araya gelerek oluşturdukları sivil toplum örgütleri gerekmekte ve “kişi-devlet ilişkisi” yerine “sivil toplum örgütü-devlet ilişkisini” sağlamak da fevkalade mümkün olabilmektedir. İşte, karar alma sürecine katılımın, oy verme eylemi dışında sağlanması da, bu ilişkinin doğal bir sonucu olarak karşımıza da çıkmıyor mu?

  Avrupa’da bir kişinin en az 10-15 sivil toplum örgütüne üye olduğu, ülkemizde ise bu rakamın yaklaşık 15-20 kişinin bir sivil toplum örgütüne üyeliği, gerçeği ile bakmak gerektiğini düşünüyorum. Sistemini hazırlamış, kaliteli bir eğitim sisteminin kurulduğu, okuma- yazma oranları yüksek, adil bir hukuk sisteminin oturduğu, gelir dağılımı adaletsizliğinin olmadığı, sosyal devlet olmuş, gelir ve giderleri düzen içindeki ülkelerde sivil toplumun hayli güçlü olduğunun farkında olmak da gerekmez mi?

Sivil toplumun güçlü olduğu ülkelerde ve toplumlarda, gelecek için tereddütleri olmayan vatandaşlar, sivil toplum örgütlerinde çalışmaya başlıyorlar, insanlık adına, toplum adına çok güzel şeyler yapıyorlar. Projeler üretiyorlar. Adeta temsil ettikleri kesimlerin sesi oluyorlar. Biz de ise tamamen farklı. Sivil toplum örgütlerine eş, dost, akraba ve etnik ya da dinsel anlamlarda üye olunur. Bu üyelikler önceleri heyecan yaratır, sonraları ise düşmanlıklar, kıskançlıklar, birbirlerini çekememezlik artar. Unutmadan, bazı sivil toplum örgütlerine (meslek odaları) üye olma zorunluluğu vardır. Aksi halde işletmeniz için ruhsat alamazsınız, iş yerinizi çalıştıramazsınız.

Gelelim asıl konumuz olan gönüllü sivil toplum örgütlerine. Bakınız! Teşvik ya da rica minnetle  üye olduğunuz sivil toplum örgütünde çeşitli faaliyetler yapılır. Bu faaliyetler tamamen gönüllü olan bu örgütler aracılığı ile ve tüzükleri çerçevesinde toplum yararınadır. Kimileri doğayı korur, kimileri öğrencileri okutur, kimileri ise fakir aç, muhtaç insanlara yardım elini uzatırlar. Çoğu zaman yapılan bu yardımlar ile yaşanılabilir mutlu bir ülke ve gözlerinde ışıltılar olan insanları görürler. En büyük dayanak noktalarıdır gördükleri manzara. Bu yapılanlar karşısında kendilerine ait hiçbir çıkarları söz konusu olmaz, hiçbir çıkara bakmazlar. Önceleri katılımın çok olduğu bu örgütler sonradan kendi işleri, yaşamla olan mücadelelerinden dolayı sadece isim olarak kalırlar listelerde. İşler 3-5 kişinin hatta bir kişinin üstüne kalır ve kalanlar da ellerinden geleni son ana kadar en iyi şekilde yaparlar. Bir süreçte daha sonra bu örgütlerde çalışan insanlar kendi mecburi görevleri gibi kabullenir ve gücü nispetinde her şeylerini verirler. Bu gönüllü insanlara destek olamadığımız gibi köstek olup  bazen de  acımasızca eleştiririz hem de hiç hakkımız olmadan. Ülke, doğa ve insanlarımız için çalışan bu sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına destek olamıyorsak bile köstek olmamak da gerekmez mi aslında?

Sözün özü: Şayet geldiğimiz nokta ağır aksak bir demokrasimiz işliyorsa bunun yegane sebebi de etkin bir sivil toplumumuzun olmaması değil midir? Her zaman ifade etmişimdir. Sivil toplum maddi, manevi ver demek demektir. Bizim toplumumuzda ise maddi ve manevi bir menfaat teminini olarak görülmesi acı bir gerçek olarak da karşımıza çıkmıyor mu? Bu güzelim ülkede tamamen gönüllülük esasına dayanarak çalışan sivil toplum örgütlerine ihtiyaç vardır. Ülkemizde demokrasinin yerleşmesi, katılımcılığın gelişmesi için temsil ettikleri toplum çıkarları için çalışan sivil toplum örgütlerinin sayılarının kağıt üzerinde kalmayıp gerçek anlamda artması gerektiğini düşünüyorum. Acaba düşüncemde haklılık payı var mıdır? Yorumunu siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Çünkü yazarların, çizerlerin en büyük hazinesi de okuyucuları değil midir? Siyasetçilerin ve siyaset kurumunun arka bahçesi olmayan aktif çalışan bir sivil toplumun etkin olduğu günler dilek ve temennisiyle hoşça kalın dostça kalın!