Değerli Okurlar! Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün gerçekten eğitim, çağdaş yaşantımızın ana damarıdır. Sözkonusu olan bu damar ne kadar sağlıklı olursa o nispette de yaşamımız rahat etmez mi?

Bir ülkedeki eğitimin her geçen gün alarm veriyor olması,  bir türlü temelin kurulamaması,  her gelen Milli Eğitim Bakanı bir önceki sistemden yakınması, başka sistemi savunarak görevini yürütmeye çalışması eğitimde sorunları çözmek yerine daha da çoğalmasına da neden olmaz mı?

Acaba ülkemizdeki eğitimle ilgili  çabaların, projelerin, planların hatalı olduğunu, eğitim modellerinin evrensel uygulanabilir nitelik taşıması zorunluluğunu uzman eğitimciler de sürekli yazıp çizmiyorlar mı? Yılardan beri ne kadar yazılıp çizilse de nafile. Yetkililer, uzmanların seslerine kulak tıkadılar ve tıkamıyorlar mı? Acaba bugün geldiğimiz noktada, eğitimde yaşanan sorunların dehşet boyutunda da olmadığını kim iddia edebilir?

Bakınız! Son LYS sonuçlarında özellikle matematikte 2010 yılından beri sürekli bir düşüş olduğu görülüyor. Türkçe-Sosyal alanında bile tedirginliğin ötesinde bir zayıflık var. Matematik ve geometri sonuçları ise şok yaşatmıyor mu? Öğrenci sayısı ve okullaşma oranı artarken kalite düşüyor. Bu düşüşler bugün olduğu gibi, Türkiye’nin yarınları için daha büyük bir tehlike de arz etmiyor mu?

Eğitim sistemimizdeki  en büyük hata, eğitimi ve okullaşmayı yaygınlaştırmak gibi iyi bir iş yaparken kaliteyi de düşürmek değil midir? Eğitim sistemimiz geldiğimiz noktada alarm veriyor ve kalite kaybı da temelde kendinden bahsettir hale de gelmedi mi? İlköğretimdeki kalite kaybı, ortaöğretime, ortaöğretimdeki kalite kaybı, üniversiteleri de aşağı çekmiyor mu? Üniversitelerin her kente hatta ilçelere kadar yayılması da ilave bir kalite sorunu yaratmıyor mu?

Acaba kalite ve donanım bakımından, Üniversite öğretim elemanlarında da tablonun farklı olduğu söylenebilir mi? Eğitimde birbirine eklenen halkalar işlevi zayıf bir zincir de oluşturmuyor mu? PISA sınavlarına benzer bir sonucu üniversite öğretim elemanlarının uluslararası indekslere giren yayın sayılarında da baktığımızda.40 yıl önce bizleri gerilerden takip eden ülkelerin, bugün bizleri geçtiğini görmemek mümkün müdür? En yakın örneği İran’dan verebilirim. Bilimsel indekslere giren yayın sayısında İran’ın 2010 yılından itibaren Türkiye’yi geçtiğini, bugün bizi de geride bıraktığını neden görmüyor, duymuyor yada idrak edemiyoruz?

Eğitimde ana gövdeyi oluşturmadan, her kademede verimli bir sisteme sahip olmaktan maalesef uzak kalırsak olumlu mesafe katedilebilir mi? Eğitimde ana gövde oluşumunda millilik esastır. Yani bir takım ideolojik saiklerle, siyasi kaygılarla, dini motivasyonlarla oluşturulmaya çalışılırsa vahim kalite kaybının kaçınılmaz olduğu da aşikâr değil midir?

Geçmişte sınıfları kara tahta ve tebeşirin yanı sıra tıraşlanan kurşun kalem talaşı kokardı. Eğitimin bir ibadet kadar kutsal olduğu ifhamı taze dimağlarımıza işlenirdi. İdealist müfredatın ruhu en iyi olabilmenin coşkusuyla da işlenmez miydi? Bugün akıllı tahtalar, akıllı tabletler var. Dünyanın en kılcal damarlarında bulunan bilgilere dahi ulaşmak çok kolay. Problem çözmek teknolojinin imkânlarıyla çok basitleşti. Yapay zekâ ile neredeyse insanı ilgilendiren her konu kodlanır hale geldi. Tüm bu gelişmelere rağmen okullu zekâ seviyemizin hep gerilere doğru gitmesi inanılır gibi değil. Pekala, eğitim ve öğretim bu haldeyken milli hedefleri yakalayabilmemiz mümkün müdür?

Ekonomide, hukukta, üretimde, üretkenlikte, kalitede, sosyal yaşamda hedef hep şaşkın durur e durağanlaşırsa,  eğitimde verilen rakamların, gerçekleştirilen icraatların maalesef siyasi propaganda olmaktan öteye bir anlamı olabilir mi? Örneğin 2023 yılı için belirlenen hedefte kişi başına düşecek gelir 25 bin dolar şeklinde açıklanmıştı. Bunun yarısını bile tutturma kabiliyetimiz olmayacaktır.

Bakınız! 1950 yılında uğruna asker gönderip savaşarak yardım ettiğimiz Güney Kore ile kırk yıl önce aynı kategoride bulunuyorduk. Onlar nitelikli eğitimi ana rehber kılarak onlarca ileri teknolojik markalar yarattılar. Dünyanın dört bir yanında itibarları yüksek bir ülke konumuna ulaştılar. Bugün Güney Korelilerin kişi başına düşen geliri otuz bin doların üstünde. Çocukları PİSA testlerinde hep en üst basamaklarda başarı bayraktarlıklarını kimseye de kaptırmıyorlar.

Finlandiya örneği en az Güney Kore kadar çarpıcıdır. Bataklık dolu coğrafik yapısı ve karlı-buzlu ikliminin çetin şartları altında dahi, takdire şayan eğitim modeliyle dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı ülke konumundadır. Finlandiya örneğini en iyi anlatan bir kitabın Grigory Petrov’un yazdığı ‘’Beyaz Zambaklar Ülkesinde’’ bir başyapıtın bu konuda okunmasında da yarar olduğunu düşünenlerdenim. Bu anlamlı ve ders çıkartılabilecek kitabın Atatürk’ün emri ile eğitim müfredatımıza koyulduğunu, hatta askeri okullarda zorunlu ders olarak 1970’lerin başlarına kadara okutulduğunu her ne hikmetse de görünmez bir elin bu kitabı müfredatımızdan kaldırdığını da biliyor muyuz? Özetin özeti: Güçlü, itibarlı devlet ve millet yaratmanın reçetesi nitelikli eğitim bu reçetenin ötesi de, berisi de sefillik değil midir? Kimsenin ama hiç kimsenin yarınlarımızın, geleceğimizin teminatı çocuklarımıza, gençlerimize bu sefilliği yaşatma hakkı da var mıdır? Aydınlık yarınlar temennisiyle hoşça kalın dostça kalın!