Son dönemde pandemi ile birlikte en çok konuştuğumuz konu iklim değişikliği oldu. Toplum olarak yaşanan felaketler, hava olayları, kuraklık vb. pek çok konu ile ilgili tecrübeler yaşadık. Peki iklim değişikliğini ne kadar biliyoruz? Ne kadar önemsiyor ve takip ediyoruz? Pek çok bilimsel açıklamalar, farkındalık çalışmaları ve eğitimler düzenleniyor ama topluma ne kadar etki ediyor, ulaşıyor konusunda yapılan çalışmalar bu sorulara da ışık tutmuyor mu?

Türkiye’de devlet havalimanlarının işletmesi görevi, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na bağlı, kısa adı DHMİ olan Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğundadır. Hep göz önünde olduğu ve çok bilindiği için, halkımız havalimanı deyince sanki her şeyi yapan DHMİ imiş gibi algılamıyor mu? Oysa, DHMİ, her şeyi yapan değildir. Peki, hiç merak ettik mi, sayıları elli altıya ulaşan bu havalimanlarını devletin hangi kurumu yapmakta veya yaptırmaktadır?

Bir konuyu toparlarken, bir eylemin ya da sürecin bitişini, sonuçlarını ifade ederken artık insanlar “günün sonunda” diyorlar. “Aynen” gibi bu ifadeyi de son yıllarda çokça duyuyor gibiyiz. Bazı yerlere tam otursa da inanın bir çok yerde sırıtmıyor mu? Hayatımıza, özellikle de dilimize yeni katacağımız ifadeleri seçerken daha dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatıyor ve diyorum ki; “günün sonunda dilimizi koruyalım.” Bu konuda pek de haksız değilim galiba!

Kim ne derse desin kim ne düşünürse düşünsün, ülkemizin daha müreffeh hale gelmesi için “katma değerli ürün ve hizmetler” üretmemiz şart değil midir? Bu noktada teknolojik ve akademik girişimlerde büyük bir potansiyel var ama desteklenmeleri de gerekmez mi? Ticari başarı potansiyeli yüksek olan böyle girişimler o en zorlu başlangıç zamanlarında maddi kaynak ya da tecrübe aktarımı yapmak suretiyle desteklenirse ileride ciddi başarı hikâyelerinin önü de açılmış olmaz mı? Pekala bir girişimin yatırım ve mentörlük alma süreci nasıl ilerlemeli? Nacizane girişimcilerimize şöyle bir yol haritasını öneriyorum: Öncelikle kendi birikiminizle ya da size yakın kişilerden süreci fonlamak suretiyle projenizi bir yere kadar getirmeniz gerekmekte. Bir yerden sonra tıkanırsanız ülkemizde artık devrede olan online kitlesel fonlama araçlarından faydalanabilirsiniz. Bu platformlarda projenizi lanse ettiğinizde bazen binlerce insan küçük küçük rakamlarla da olsa yatırım yapıyor ve milyonları aşan rakamlar toplanabiliyor. Aldığınız bu fonla projenizi biraz daha somutlaştırabilir, taslak yapıda da olsa işleyen bir prototipi hayata geçirebilir ve patent koruması gibi hukuki önlemleri bu süreçte alabilirsiniz. Yine bu süreçte kuluçka merkezlerinin sağladığı imkanları da göz ardı etmemenizi, TÜBİTAK BİGG gibi girişimcilik programlarını da araştırmanızı tavsiye ederim. Kitleme fonlama sonrasında ya da eş zamanlı olarak artık iyice ete kemiğe bürünmüş projenizi melek yatırım ağlarına da götürebilirsiniz. Böyle ağlara kitlesel fonlamadan ya da birilerinden ön yatırım almış olarak gitmeniz konunun daha ciddi ele alınmasını sağlar. İyi güzel de bu noktada  kendi kendime şu soruyu sorma gereği duydum. Acaba danışmanlık almadan belli bir bütçe harcamadan bu öneriler nasıl gerçekleştirilecek? Asıl can alıcı nokta da burası değil midir?

Acaba toplumsal güven, hukuk devletinin en önemli görevlerinden birisi değil midir? Görünün o ki yaygın suça meyilli kişilerin, toplumda kural tanımazlığı giderek toplumsal güveni de tehdit eder hale gelmekte ve sosyal yaşamı olumsuz olarak etkilemektedir. Örneğin; Bir kişi, beş defa, on defa, otuz defa ve daha da fazla hırsızlık ya da dolandırıcılık suçunu işlediği halde, toplum içinde serbestçe hareketlerine devam etmekte ise, yargı görevini üstlenenler bakımından konunun bir daha düşünülmesi de çok önemli bir husus değil midir?

Tarih okumalarımız bize öyle gösteriyor ki, iyiliğin gerçek özünün kaçırılması pek de yeni bir şey değil. Sekizinci yüzyılın İslam bilginlerinden Ömer bin Haris bu konuda şunları söylüyor: “Eskiden iyilik yaparlardı, söylemezlerdi. Sonra; hem yapmaya, hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar, fakat söylüyorlar.” Söylendiğinden bu yana on üç yüzyıldan fazla geçmiş olan bu sözden toplum olarak hâlâ öğreneceklerimiz yok mudur? Hoşca kalın dostça kalın, sevgiyle kalın!