Bilen bilir, bilmeyen aslı var sanır!

Dedikodu kültürü giderek yaygınlaştı.

Dedikodu çok kötüdür…

Dedikodu kakadır, iğrençtir…

Bu lafları çoğaltmak mümkün ve dedikodunun zararlarıyla ilgili oturup bir yazı yazsak, Edirne’den Kars’a yol yaparız.

Hemen hemen herkes dedikodunun kötü olduğunu söyler ama de bir türlü de dedikodusuz duramaz.

Bugün niye dedikodu yapıyorum (pardon yazıyorum) onu anlatayım…

Dün bir haberle ilgili ilimizdeki bir kurumun yöneticisini aradım ve mevzuyla ilgili durumun ne olup olmadığını sordum. Tabii benim sorum üzerine “Sizin gibi dedikodu yapanlar” gibisinden bir ifadeyle karşılaştım.

İster istemez bu söze şaşırdım ve kendisine dedikodu yapmadığımı ve direk kendisini arayarak konuyla ilgili bilgi edinmek istediğimi ifade ettim. (Olayın içindeki vatandaşa ilgili mevzuyu sorduğunuzda dedikodu olmaz diye düşünüyorum)

Bir sorumda da sanki art niyet arar gibi oldu ve art niyetli olmadığını sadece bilgi sahibi olmak için soru sorduğumu ifade ettim.

Aslında bu görüşmede yaşadığımız durumlarla çoğu zaman karşılaştığımız için bu yazıyı yazıyorum.

Uşak’ta basın emekçisi demek, bazı kişi ve gruplar için dedikoducu demekle eş değer.

Burada bir basın çalışanı (emekçisi), her hangi bir kurumla ilgili bir haber yaptığında ve yazdıkları biraz ‘Zülfi Yâre’ dokunduğunda, hemen adı şantajcıya çıkıyor. Ya da klasik deyimle “Bunu sana kim yazdırıyor” gibi sorulara karşılaşıyor.

Eğer para pulla işi yoksa ve sırf olaya haber değeri açısından bakıyorsa da direk adı dedikoducuya çıkıyor.

Zaten çoğu kurum ve kuruluşun yöneticisi gazetecileri gereksiz buluyor veya küçümsüyor. Ne hikmetse normal, gündelik hayattaki bilgileri dahi gazeteci olunca bir saklama moduna giriyor hepsi.

Gazetecileri dedikoducu bulan ve insanlık dışı yaratıklarmış gibi muamele yapan bu zihniyetin yaptığı bir diğer yanlış ve küçümseme örneği de her 10 Ocak’ta yaşanıyor.

Bu tarihlerde basın emekçilerine telefon geliyor ve falanca yerden size bir emanet var gelin alın deniyor. Emanet ne mi? Tabii ki de gömlek! Yani hediye edilen bir gömleği dahi böyle nezaketsizce ve saygısızca gazetecilere veriyorlar. Ne yazık ki bizler de gidip alıyoruz.

Sadece bunlar mı? DEĞİL…

Gazetecilere fitre parası veren siyasetçilerin (hem de solcu) olduğunu biliyorum. 

Oysa böyle olmamalı, bu mesleğin de bir onuru ve şerefi olmalı diye düşünüyorum.

SOSYAL MEDYA TEK BAŞINA BİR BASINI TEMSİL ETMEZ!

Son yıllarda sosyal medyanın gelişmesi ve kurum ve kuruluşların dışa açılan kapılarının sosyal medya olması, ister istemez basın çalışanlarını (zaten görmek istemedikleri) arka planlara attı.

Artık hemen her kurumun kendine ait bir PR ajansı var veya kendi içinde kurdukları birer ekip var. Burada hazırlanan içerikler sosyal medyaya giriyor ve paylaşıyorlar.

Bunu yapınca sanki basın ve yayın faaliyetlerini tamamlamış gibi hissediyorlar.

Sosyal medya, basın ve yayın sektörü içinde yeşeren ve gelişen bir dal. Fakat tam anlamıyla hepsi sayılmaz.

Sosyal medyayı da adam eden ve belli bir forma sokanlar gazeteciler. Gazeteciler olmasa sosyal medya da çok yavan ve boş kalır.

Yazının başındaki dedikodular en çok sosyal medyada yapılır ve gazeteciler bu dedikoduların aslı ve astarı olup olmadığını da araştıran meslek grubunun başında gelir. Normalde bir dedikodunun doğru mu yalan mı olduğunu da yine size gazeteciler anlatır. (Tabii işini hakkıyla yapanlar)

Son dönemlerde Uşak özelinde gördüğüm lüzum üzerine bu yazıyı kaleme alıyorum.